SİYASETİN DİŞLİLERİ
Siyaset kurumu, tarihin ilk dönemlerinden itibaren toplumun üst kesimlerinin tekelinde korunaklı ve korunması gereken bir alan olarak varlığını sürdürmektedir. Tito’nun ‘Altın Kristal Küresi’ gibi siyaset kurumu da tek bir nefesle ayakta tutulmak istenmektedir. O korunaklı ve korunması gereken alan, bugün herkesin hayallerini süslemektedir. Her ne kadar Cumhuriyet ilkesi bize bu hayallerin millet iradesiyle ‘gerçekleştirilebilir’ olduğunu söylese de, siyasi parti genel başkanlarının odasından ‘olur’ almadan olmuyor bu işler. İşte tam da burada Cumhuriyet ilkesinin teorisi ile pratiğinin uyuşmadığı durumları acı acı tecrübe etmiş oluruz. Diğer taraftan, genel başkana rağmen milletvekili adaylığı onaylanan ve meclise girebilen vekil varsa ne mutlu ona. Zira halk iradesi o vekil üzerinde tecelli etmiş demektir.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de siyaset çarkının en büyük dişlisi ekonomidir. Adayın ülke menfaatlerine sunacağı katkı, insanlara-insanlığa faydası ve kariyeri gibi kriterler çoğu kere genel merkezler tarafından ekonomi dişlisinin altında ezdirilir. Hal böyle olunca paranın her kapıyı açacağına inanmış ve hayatını bu felsefe ile devam ettirenler, siyaset sahasında doktoralarını vermiş olurlar.
Eğer, siyaset ego tatmini için, akçeli işlerde kısa sürede uzun mesafeler almak için, az zamanda çok ve büyük işler yapmak için yapılmıyorsa meclise girmek için bu kadar talep neden var? Mecliste artı bir vekile sahip olmak için bunca iftira, hakaret, kavga neden oluyor? Kanaatimce siyasete yanlış yerden başlanıyor ve yanlış yerlere gidiliyor. Şöyle ki vekil olmak, insanlarımız nezdinde ‘yedi ceddinin kurtulması’ olarak görülüyor. Böyle olunca, Ankara yolu kurtuluşun en kestirme yolu olmuş oluyor. Bu yola çıkabilmek ve bu yolda kalabilmek için seçim öncesinde hesapsızca para harcanmıyor; para yediriliyor. Vekil olunca da o paraların tahsiline sıra geliyor. Kabul edelim, milletvekilliği makamı ‘Cer imamlığı’ değildir.
Bu konuya ilave olarak; bir pazar günü, Ankara bileti verdiğimiz mebusların, meclis çatısı altında sadece milletvekilliği yapması için, gitmeden önce onların gözünün içine bakarak şu uyarıları yapmamız gerektiğini düşünüyorum: Eşe dosta, devlette yer açmanın, liyakati devre dışı bırakmanın, adaleti keyfe keder kullanmanın ahlaksız bir davranış olduğunu …
Kabul edelim, milletvekilliği makamı torpil merkezi değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisi logosu referans mektuplarına ‘kabul’ alınan bir logoya dönüştürülmemelidir. Milletvekilliği etiketi o kadar güçlü olsa gerektir ki Türkiye’de o kırmızı koltuğa oturan çok az vekil, bir sonraki seçim için ‘benden bu kadar, aday değilim’ demiyor. Siyaseti bırakmış, seçmenini yüz üstü bırakmış, onca ricaya rağmen hiç oralı olmamış eski Başbakan Tansu Çiller hanımefendi için de gün doğdu, zil çaldı ki 20 yıl aradan sonra siyasete girme çalışmaları yapıyor. Milletini özlemiş, millete bir şey vermek istiyormuş… Diğer taraftan, meclisin gediklisi olmuş vekiller, illerinde-ilçelerinde bir ortaokul ya da lisede eline mikrofon alsa, gençlerin öneminden, genç beyinlerin ülkemize neler kazandıracağından … bahseder dururlar. ‘’Sen oradan kalk ben oturmak için değil, ülkem insanının cüzdanına giren helal maaşla pazarda, evlatlarının önünde başını öne eğdirmemek için mücadele edeceğim, git evinde torun sev…’’ denildiğinde; tecrübe derler, feraset derler, bilgi derler, bilgelik derler… Fatih Sultan Mehmet örneğini verirler ama bir gencin Fatih olmasını istemezler… Çünkü Çandarlı Halilleri çoktur bu ülkenin.
Tüm bunlara rağmen, yüreği ANADOLU için atanların hislerine Ahmed Arif’in Anadolu’su tercüman olacaktır:
Yürü üstüne üstüne Tükür yüzüne celladın Fırsatçının fesatçının hayının Dayan kitap ile Dayan iş ile Tırnak ile diş ile Umut ile sevda ile düş ile Dayan rüsva etme beni
Bir değerdir aslında yok olmak. Kaleminiz yalın kılıç gibi olsun diye var. Bundan ziyade kelimeler emrinizde olsun silgi değil değerli kardeşim.