KONYA POLİSİYESİ-2: MEVLUT HOCA
Fütühat- ı Mekkiye’nin 18.cildi masada duruyordu. Güneş ışıkları hüzmeler şeklinde açılmış sayfalarını aydınlatıyordu. Mevlut Hoca’nın evine her gittiğinde masasında okuduğu kitaba mutlaka bakardı. “Çocukları bahçeye götürdüler ben de yeni çay koymuştum. Çayımı içmeden bırakmam” dedi. Gözüm kitabın açık kalan sayfasına ilişti. 137. Sayfanın ilk paragrafıydı, öncesinde şiir vardı. Paragrafta ise:” kendini hataya düşürme Hak ile yaratılmış bir araya gelmez. Neyi müşahede ettiğini düşünmelisin, Hak ise ona ancak onun gözünden bakabilirsin; çünkü O’nu kendisinin gözünden başka bir şeyle idrak edemezsin. İçinde bulunduğun vakit Hak olduğunda senin için halk yani yaratılmış söz konusu değildir. İçinde bulunduğun durum halk (yaratılmış) ise O’na yaratılmış gözüyle bakamazsın. Hüküm bakmaya tabiyken bakış da bakılanın zatından verdiğine göre hüküm verir. Bakılan ayakta olduğuna göre senin onu oturarak görmen mümkün değildir veya belirli bir renge sahipken onu sahip olduğundan başka bir renkte görmen de mümkün değildir. Algıda gerçekleşen böyle bir yanılma acı safranın baskın geldiği tat alma duyusunda mümkün olabilir. Böyle bir halde insan tattığı balın acı olduğunu söyleyebilir; çünkü bal tatma duyusuna değmemiş, acı safra ona temas etmiştir. Demek ki acılıktan söz ederken yanlış hüküm vermiştir. Bunu bilmelisin!”
Hafif dalgalı kıvırcık saçları özenle taranmış, üzerinde hırkası, cebinde teşbihi ile hocam elinde iki çay ile içeri girdi. Okuldayken öğrenciler arasında dolaşan bir hikaye vardı. Bir gün Mevlut Hoca öğretmenler toplantısındayken okula telefon gelir ve aceleyle çıkıp gider okuldan. Müdür Bey’in kulağına “Çocuklar rahat durmamış yine ben yokken birbirini bıçaklamışlar” diye fısıldar. Zihinsel engelli iki oğlu vardı. Müdür Bey önceden durumunu bildiği için cümlesini tamamlamadan tabi hocam diye izin verir. Mevlut Hoca eve gittiğinde ambulans çağırılmış, oğullarından birini hafif yaralanmış vaziyette görür. Allahtan önemli bir durum yokmuş da ertesi gün yine okula gelir. “ Demek o çocukları bahçeye götürmüşler; Allah kolaylık versin “diye içinde geçirdi Buhran. Hayatımda çok kuru vaaz dinledim ama hocamın hal diliyle anlattığı kadar etkili bir şey görmedim. Tevekkül, teslimiyetle gelen vakar onun kişiliğini oluşturuyordu. Tevekkül kavramını bana anlatmadan ondan öğrendim diyebilirim. Sızlanmadan, şikayet etmeden, Allah’tan gelene tam teslimiyet… Aklında bu düşüncelerle hocasının karşısında oturuyordu. Belki de yine hal diliyle karşısındakinden kendi içine doğan düşüncelerdi.
Hal hatır sorduktan sonra çayımızı yudumlarken ben konuya girdim. Vakadan, vav harfinden yollanan zarflardan. İlk tepkisi” En ince noktası muhabbet olan dinimizin tasavvufi simgeleri kullanılarak cinayet işlenmesi ne acı” oldu. “ öyle hocam da dünyada dini kullanarak katliamlar da olmuyor değil.” “boşver onları, hakikat tek, o da İslam, gerisi boş.” Dedi. Elini alnına yavaşça götürdü, düşünerek yavaşça “ bunu kim niye yapar aklım almıyor, vav harfi yollanmış demek zarflarla ‘devriye’ dedi. “ Hocam polis devriyesi mi dedim?” tebessüm ederek yok tasavvuf edebiyatında devriye şiirler vardır. Ruhlar aleminden anne karnına , dünyaya, sonra tekrar ruhlar alemine devri daimi anlatan şiirler. İnsanın Allah’tan gelip tekrar O’na döndüğünü. Vav harfi de devriye türündeki şiirlerin de simgesi olarak kullanılır.” Hemen notlarımın arasına aldım.
Çayımın son yudumunu içerken “çocuklar nasıl iyiler mi “ deyiverdim. Yine her zamanki teslimiyetle “çok şükür bugünümüze, Allah’ın emaneti onlar, nefesimiz yettiğince…” devamı gelmedi ben de çok üstelemedim. Yine ne eksik ne fazla çok kelime kullanmadan gerekeni söylemişti. “Arada gel yine böyle çay içip sohbet edelim özlemişim “ diye uğurlarken “tamam inşallah hocam fırsat buldukça gelirim” derken emniyete gitmem gerek diye düşündüm. Kim bilir bu olay nasıl konuşuluyordu yeni gelişmeler var mıydı?