Seni Kandırmasınlar

30.03.2023
295
A+
A-
Seni Kandırmasınlar

Her mesleğin, hayatın akışı içinde kendine özgü birtakım zorlukları vardır. Dünyanın her coğrafyasında bu böyledir. Doktorlar bir taraftan hayat kurtarırken, az önce çıktığı ameliyat odasında kendisini uzanmış ve müdahale beklerken bulabilir mesela. Bir hâkim yargı dağıtırken, bir süre sonra sanık sandalyesinde bulabilir kendini. Örnekler çoğaltılabilir.

Sorumluluk açısından, bir doktorun yeminine sadık kalması, bir hâkimin anayasaya sadakatle bağlı olması gibi sosyal bilimcilerin de içinde bulunduğu topluma karşı büyük bir sorumluluğu vardır. Onlar, ‘oturdukları yerden yazıyorlar, konuşuyorlar’ denilen zümreden kabul edilseler de, gerçekten onların sorumlulukları çok fazladır.

Sosyal bilimciler, geçmişin arşivleri, dönemlerinin çoban yıldızları, geleceğin kartal gözleridir. Eğer onlar; tarihi, insani ve vicdani sorumluluklarını yerine getirmezlerse, bir topluma en büyük kötülüğü etmiş olurlar. Bu açıdan, başarısız bir doktor bir hastayı hayata yeniden bağlayamamış olsa bir kişiye kötülük etmiş olur. Ama bir sosyal bilimci sorumluluğunu yerine getirmediğinde; geçmişe ihanet etmiş, şimdiyi ve geleceği katletmiş olur.

Günümüzde insanlar, bilginin her türlüsüne bir tık’la kolayca ulaşabilme imkanına sahipler. Bu yoğun bilgi tarlasında, insanoğlu ne buluyorsa yiyor. Bilgi obezitesi olmuş bir neslin ayak seslerini duymayan yok sanırım. Onların yedikleri ve daha da önemlisi anlattıkları tat, o tarlayı muhakkak ulaşılması gereken bir yer haline getiriyor. Oradan beslenmesi de yediklerini anlatması da güzel. O tarlanın adını sosyal bilimler tarlası koyalım mı?

Tarlanın adını koysak da sınırını tayin edemiyoruz ve bekçilerini atayamıyoruz maalesef. Herkes orada. O tarla, Halil İbrahim Sofrası gibi bereketli. Gelene, ‘neden geldin’? denilmez.

Keşke denilse; sosyal bilimler tarlasına gelene. Neden geldin, ne getirdin?

Şöyle olmuyor mu?

Tarlanın, rençberleri tarlada. Emek veriyorlar, alın teri döküyorlar. Meşhur olmak isteyenler, laf ebeliği ile Ankara’ya oynayanlar, herhangi bir posta çöreklenmeye çalışanlar, tarlaya kavimler göçü gibi dalıyorlar. Mekânın yerlileri, sonradan gelenler tarafından üzerlerinde tepindikleri için toprağın altına adeta gömülüyorlar. Ve bir kez daha Mevlâna haklı çıkıyor: İnciler denizin diplerinde olur, çerçöp sahilde.

Sosyal bilimcilerin sorumluluğu da tam burada başlıyor. Onlar, tapulu arazilerinde gece kondu yaptırtmamalı.

Tarihi, siyaseti, fikriyatı ve insan bilincini zehirleyen de bu gecekondularda oturanlar değil mi? Sayıları çok diye, tarlanın üstünü ve çevresini kuşatmışlar diye ses çıkarılmadığından onlar kendilerini oranın yerlisi sanmaya başlamadılar mı? Yine onlar, her dönemde siyasi otoritenin suyuna gidip gecekondularına ruhsat almadılar mı? Yani uyduruk-hurafe tarih anlatılarına kitleleri inandırmadılar mı? Akıldan ve vicdandan ırak hikayeci din anlatılarına taraftar toplamadılar mı?

Senin kitabın çok satsın diye, tarihi ve tarihi karakterleri çarpıtmaya hakkın var mı? Vaazın sosyal medyada çokça izlenim alsın diye akla ziyan bir din anlatısını İslam budur diye dikte etmen ne kadar doğru?

Tarihin hangi dönemi olursa olsun, sarayların odalarında yazılan tarihin kulağına kurşun suyu kaçar. Tarihin hangi döneminde olursa olsun, siyasetin gölgesine girmiş bir din, zamanla vahiy dini olmaktan çıkmıştır ya da temel akidesinden büyük tavizler vermiştir. Demem o ki Ali’nin kılıcını ve kalemini taşıyan genç kardeşim bil ki, toplumlar sadece kimya laboratuvarlarında hazırlanan zehirlerle imha edilmez. Ahlaklı, vicdanlı, bilge sosyal bilimciler yetiştirmezsek, onlara kulak vermezsek arazinin mümbit topraklarına çöküp, orada laf ebeliği ile semirip, Ankara sokaklarının kravatlı adamlara dönüşecek tiplerin yazdıkları, anlattıkları senin için bir zehir olabilir. Dini bilgi ve birikimini, insanların ahlakını düzeltmek için kullanmayıp, halkasını genişletip sonra da posttan tahta göz dikenlerin anlattıkları senin için bir zehir olabilir.

Kelimelerin, cümlelerin aklı kör, zihinleri felç ettiği bir dönem yaşamak istemiyorsak; söyleyeni -yazanı senin partinden, senin mezhebinden diye okuduklarını-duyduklarını Amentü’nün içinde konumlandırman gerekmiyor.

BU ALANA REKLAM VEREBİLİRSİNİZ
Adem Çay
Adem Çay, ilkokul eğitimini Mut Yalnızcabağ köyünde tamamlamıştır. Ortaöğretimini Karaman, Üniversite eğitimini ise Gazi-Tarih bölümünde okumuştur. 2010 sonrası yıllarında Viyana'da yaşıyor. Bugüne kadar farklı sivil toplum kuruluşlarında çalıştı. 2018 Avusturya İslam Enstitüsü - İslam Düşünce Tarihi, İslam Tarihi ve Din Sosyolojisi derslerini vermiştir. 2019 MEB Viyana Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde Osmanlıca ve İnkılap Tarihi öğretmenliği yapmıştır. Doktora bilim sınavına hazırlanmaktadır. Mut ve Viyana yerel gazetelerde yazmakta olup ayrıca Almanya'da çıkan Referans dergisinde yazıyor. İletişim: ademcay@outlook.com
    ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

    Henüz yorum yapılmamış.