Kar, Kış ve Kendime Kopan Kıyametin Şiiri
Henüz şarkısını bavulunda çıkarmamış bir göçebe gibi
Uçuk bir edayla övgülerimden beslediğim ibadetlerimi sunayım sana.
Evim yok,
Barkım da kocaman beton yığını
Mirasyediler ile birlikte önce kokladım toprağı, sonra serptim dünyayı yüzünü gökyüzüne dikmiş müteahhitlerin hınçal damarlarına.
Beton işte,
Düz bir ovada öylece çömelen korkak bir tanrı ne diye tapayım sana tepinirken tesbihimden dökülen şak şak şak diye vurduğum bunca sızıya rağmen
Bunca kızgın enerjiye rağmen…
Yine de ölmemeliydi babasının elini tutan o çocuk,
En azından bir süre gözlerime çizgi çekselerdi ruhuma çekemedikleri gibi.
Görmeseydim
O parmak pideleri verirken çekilen fotoları,
Evet bavulumda şubattan kalma bir arabesk,
Ki soğuğu bu yüzden vahşice sayarım. Sevgisini esirgeyeni saydığım gibi.
Allah’ım bir döşemenin altında gırtlaklar dolusu tv ünitesini,
Kanepenin anaç heyecanıyla
Eskiyen
Çöken
Suyunu tazelemeyi unuttuğumuz vazoyla geleceğiz yanına,
Bize toprak atanların şaşkınlığını da ibadet sayasın emi,
Senli yanımızın ayırdığı yerde
Bir kanserli hücreyi secde ederken görürsem sözüm olsun
Üzülmeyeceğim cesedini arka koltukta taşıyan bir baba için…